Torumtay'ı istifaya götüren sır

Kaynak : Radikal
Haber Giriş : 19 Ocak 2007 09:54, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42

Murat Yetkin'in köşe yazısı

Torumtay'ın istifa nedeni

Çinliler, 'Kaplanın sırtına binmek, inmekten kolaydır' der. Irak'a girelim diyenler iki kez düşünmeli

3 Aralık 1990 günüydü. Genelkurmay Başkanlığı'nda, o günlerde sıkça tartışılan 'kontrgerilla' konusunda bilgilendirme toplantısı vardı. Gazetecilerin henüz cep telefonları yoktu, ama çağrı cihazları vardı. Birdenbire herkesin çağrı cihazları ötmeye başladı. Sanırım Uğur Mumcu ayağa kalkarak, brifing vermekte olan Harekât Başkanı Korgeneral Doğan Bayazıt'ın sözünü kesti ve sordu: Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necip Torumtay'ın istifa ettiği haberleri geliyordu. Doğru muydu?

Bayazıt şaşırdı, kendisine eşlik eden Özel Harp Dairesi Başkanı Tuğgeneral Kemal Yılmaz'a baktı, haberi olmadığını söyledi. Komuta katına gönderilen subayın getirdiği haberle haftalardır beklenen brifing tamama ermeden sona erdi: Evet, Torumtay istifa etmişti.

Torumtay, 1994 yılında yayımladığı anılarında bu konuya açıklık getirdi: Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın Türkiye'yi plansız, hazırlıksız ve donanımsız olarak Irak topraklarına, Irak savaşına ABD önderliğindeki saflarda dahil etme kararını engellemenin tek yolunu istifa etmekte görmüştü.

Anılarındaki şu paragraf önemlidir:

"Bir ülkenin, savunma dışında bir savaşa girmesi, bağımsız ve egemen milletlerde, o ülkenin kendi milli iradesiyle olur. İttifak içerisinde dahi, o ittifakın gerektirdiği yükümlülükler milli menfaat ve hedeflerle bağdaştırılarak milli siyaset doğrultusunda, yine milletin kendi iradesiyle ve yetkili organları ile savaşa girme kararı verilir. Aksi takdirde, başka ülkelerin milli menfaatleri doğrultusunda bir savaşa sürüklenilmiş olunur. Örnek devlet adamı ve askeri strateji dehası olan Atatürk'ün veciz ifadesinde yer aldığı gibi savaş, millet için hayati derecede zorunlu olmadıkça bir cinayettir."

Savaş, millet için hayati bir zorunluluk olmadıkça bir cinayettir. Peki bugün Türkiye'nin Irak'taki PKK varlığını engellemek, ya da Kerkük'te Irak Anayasası'na (evet, Kürtlerin ABD'nin Irak'ı işgalindeki işbirliklerinin karşılığı olarak) konmuş olan referandumu yaptırmamak gibi amaçlar uğruna da olsa, Türk ordusunun Irak'a girmesi gerektiğini öne sürenler, bu hareketi Türkiye için hayati derecede zorunlu mu görüyorlar? Bu konuda bir kamuoyu baskısı, milli bir görüş birliği mi var?

'Irak'a neden girmiyoruz?' sorularını güncel siyasi hesaplarla sormaya başlayanlar arasında, bir yandan açık söylemeseler de, sanki Genelkurmay bir an önce Irak'a girmek istiyor ve hükümet bunu engelliyor izlenimi vermek gibi bir gayret de göze çarpıyor. Bu tehlikeli bir oyun. Çünkü Türk Silahlı Kuvvetleri'nin temel mantığı, bugün de Torumtay'ın çizdiğinden farklı değil. Ülkenin bir savaşın, hem de bataklığa dönen komşu coğrafyada, Türkiye'deki çeşitli etnik ve dinsel kökenden vatandaşların akrabalarının yaşadığı bir coğrafyada süren bir savaşa çekilmesini ne Türk halkı, ne Türk ordusu ister.

Şimdi Kara Kuvvetleri Komutanı olan Orgeneral İlker Başbuğ'un 26 Ocak 2005'te Genelkurmay İkinci Başkanı olarak Musul konusunda bir soruya verdiği yanıt bunu ortaya koyuyor. Başbuğ, Atatürk'ün 1926'da Meclis gizli oturumunda söylediklerini şöyle aktarıyor:

"Musul meselesini bugün halledeceğiz, ordumuzu yürüteceğiz, bugün alacağız dersek bu mümkündür. Musul'u gayet kolaylıkla alabiliriz. Fakat Musul'u almayı müteakip muharebenin hemen sona ereceğinden emin olamayız ve şüphesiz orada bir harp cephesi açacağız." Olay budur. İşte ulu önderin olaya bakış açısı bile Atatürk'ün bu ülkeyi istekleriyle ve hırsıyla değil aklıyla, durumları değerlendirerek ve her şeyden önemlisi bugünü değil, bundan sonra olabilecek müteakip safhaları da çok iyi değerlendiren bir deha olduğunu zaten ortaya koyuyor.

TBMM dün Irak konusunda bir Genel Görüşme kararı aldı. Dünden aldığımız izlenim, salı günkü gizli oturumda bu konuların, seçim yılının getirdiği siyasi rekabet içinde tırmandırılabileceği, belki bir karar aşamasına gelinebileceği yolunda. Oysa Türkiye'nin içinde bulunduğu duygusal siyasi hal, sağlıklı karar almaya uygun değil. Meclis'te bu tehlikeyi gören milletvekilleri var. Örneğin CHP'nin ağır toplarından Eşref Erdem, "Ateşimiz yüksek" diyordu; "Yüksek ateşli insan, sağlıklı karar alamaz".

Çin atasözünün dediği gibi, kaplanın sırtından inmek, binmekten zor olacaktır.

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber