Eğitimde bilgi yönetimi

Haber Giriş : 31 Ocak 2007 17:00, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42

Toplum olarak yazılı bir gelenekten ziyade sözlü bir geleneğe sahibiz. Konuşmayı, tartışmayı, sohbeti ve şiiri; düşünmeye, okumaya ve yazmaya tercih ediyoruz.

Değişimi reddeden, çürümenin mimarıdır (H. Wilson).

Dün, dün ile gitti cancağızım,

Bugün yeni şeyler söylemek lazım (Mevlana).

?Bilgi yönetimi? kavramı; bir çalışma ortamında ya da organizasyonda, yapılan işin niteliğini ve değerini artırmak amacıyla maddi kaynakların yanı sıra maddi olmayan kaynakların da etkin bir şekilde yönetilmesi gereğini ifade etmek amacıyla geliştirilmiştir. İhtiyaç duyulan bilginin üretilmesi ya da temin edilmesi, paylaşılması, geliştirilmesi ve kullanılmasıyla ilgili sürecin işletilmesi ve aktif bir şekilde yönetimi bilgi yönetimi olarak adlandırılmaktadır.

Dünya bilinen yaklaşık son on bin yıllık tarih içinde sosyo-ekonomik açıdan üç önemli dönem geçirmiştir. Bunlar; tarım dönemi, sanayi dönemi ve bilgi çağı olarak adlandırılabilir. Tarım dönemi en uzun süren dönemdir. Bu dönem yaklaşık on bin yıl sürmüştür. Sanayi dönemi yaklaşık 200-300 yıl sürmüştür. Bilgi çağının ise yeni başladığı söylenebilir.

Tarım döneminde en anlamlı ve değerli kaynak toprak, en işlevsel araç saban iken, sanayi çağında en önemli kaynak sermaye, en önemli araç ise makine olmuştur. Bilgi çağında ise bunlar sırasıyla bilgi ve bilgisayardır.

Tarım döneminde beden gücü, sanayi döneminde ise kol gücü daha önemliyken, bilgi çağında beyin gücü merkezi bir konuma yerleşmiştir. Tarım döneminde tarla işçiliği, sanayi döneminde ise fabrika işçiliği (proleterya) yaygınken, bilgi çağında bilgi işçiliği (kogniterya) yaygın hale gelmiştir.

Tarım döneminin en önemli meslekleri ağırlıklı olarak ziraatla ilgiliyken, sanayi döneminin en önemli meslekleri makine ve fabrika işletmeciliği ile ilgili meslekler olmuştur. Bilgi çağının en önemli meslekleri ise sağlık, eğitim ve bilgi üretim alanlarıyla ilgili olanlardır.

Tarım döneminde sadece gıda ürünleri ağırlıklı nesne üretimi söz konusuyken, sanayi döneminde makine ağırlıklı nesne üretimine hizmet üretimi de eklenmiştir. Bilgi çağında ise, bu iki üretim çeşidine yazılım (software) üretimi dahil olmuştur.

Tarım döneminin en zenginleri toprak sahipleriyken, sanayi döneminin en zenginleri fabrika sahipleri olmuştur. Bilgi çağının en zenginleri ise en bilgililer ya da bilgi alanında çalışanlar olmuştur. Dünyanın en zengin adamı seçilen Bill Gates belki de bunun ilk örneğini oluşturmuştur.

Tarım döneminin en yaygın yönetim şekli monarşi (krallık, sultanlık, padişahlık vs), iken, sanayi döneminde Cumhuriyet ve Demokrasiler yaygınlaşmıştır. Bilgi çağında ise bunlara katılımcılık, çoğulculuk, yerinden yönetim ve federalizm gibi yaklaşımlar eklenmiştir.

Tarım döneminde dünyanın etrafını bir kez dolaşmak için birkaç yıl gerekiyorken, (Macellan bu işi üç yılda yapabilmişti (1519?1522)), sanayi döneminde cesur bir seyyahın karayolu, demiryolu ve buharlı bir gemiyle dünyanın etrafını dolaşması için 80 gün yeterli olmuştu. Günümüzde ise bunun artık birkaç saatte mümkün olduğunu biliyoruz.

Tarım döneminde dünyada var olan toplam bilginin kendini ikiye katlama süresi tahminen 1000 yıl iken, sanayi döneminde bu süre100 yıl olmuştur. Bilgi çağında ise bir yıl hatta daha az olduğu tahmin edilmektedir.

Tarım döneminde bir ülkenin gücü, sahip olduğu topraklarının ve ordusunun büyüklüğüyle ölçülürken, sanayi döneminde teknolojisi, silah üstünlüğü ve milli geliriyle ölçülür olmuştur. Bilgi çağında ise bunlara bilgi üretim kapasitesi ve kalifiye insan gücü de eklenmiştir.

Aslında tarih boyunca bilgiye en çok önem veren toplumlar en güçlü toplumlar olagelmiştir. ?Oku! Rabbin kerem sahibidir? ilahi mesajı da buna işaret ediyor olsa gerektir. Kim daha çok okumuş, bilginin ve ilmin peşinde olmuşsa Allah (CC) onlara olan nimetini arttırmıştır. Aristo ve Eflatunlu Yunanistan'dan, İbni Sina, Farabi, İbni Rüşd, Harezmi ve Mevlanalı İslam dünyasına, Einstein, Madam Curi, Kant ve Balzaclı Avrupa'dan bugünün Japonya ve Amerika'sına? En çok okuyan, yazan ve araştıranlarla en çok zenginliğe sahip olanlar hep aynı toplum, ülke ya da medeniyetler olmuştur? Hal böyle olunca yapılacak şey açıktır aslında?

Bu karşılaştırmalar bir hatta birkaç kitap konusu olabilecek kadar arttırılabilir. Açık olan, dünya önemli değişimler yaşamıştır ve yaşamaya da devam etmektedir. Hem de artan bir hızla? Böylesi bir değişimin tüm paradigmaları, tüm yaklaşımları ve eğitim de dâhil tüm olguları etkilemesi kaçınılmazdır. Artık, güçlü olanların yaşadığı bir dünyada değil, bilgili olanların ve yaşanan muazzam değişime uyum sağlayabilenlerin yaşadığı ve var kaldığı bir dünyada yaşıyoruz.

Türkiye tarım toplumundan sanayi toplumuna geçmeye çalışırken birçok ülke bilgi toplumuna geçişini tamamladı bile? Türkiye daha rasyonel bir tarıma yönelmek için tarımda çalışan nüfusunu azaltmaya uğraşırken birçok ülke aynı kaygıları sanayide çalışan nüfus için düşünür hale gelmiştir. Hatta Türkiye'nin yaşadığı bazı travmaların sanayi dönemini tam değerlendiremeden bilgi çağıyla muhatap olmasından kaynaklandığı da söylenebilir.

Yaşadığımız çağ, haklı olarak ?bilgi çağı? olarak adlandırılmaktadır. Zira bilgi bu dönemde bilgi daha önce hiç olmadığı kadar önemli bir konuma sahiptir. Günümüzde bilgi etkileyen değil, belirleyen bir unsur haline gelmiştir. P. Drucker ?Önümüzdeki dönemlerin yeni toplumu sosyalist olmayacağı gibi kapitalizmi de aşmış ve ötesine geçmiş bir toplum olacaktır. Böyle bir toplumun en başta gelen kaynağının bilgi olacağı da kesindir? diyerek, bilginin yeni toplumlardaki merkezi konumuna dikkat çekmiştir.

Bundan 2500 yıl önce ?yöneticilerin filozof, filozofların yönetici olması ilkesini? ortaya atan Eflatun, bilgili insanların toplumsal işlevini ise ?bilgeler öne düşecek ve yönetecek, bilgisizlerde izleyecek? şeklinde ifade etmişti. İngiliz düşünür Bacon'a göre ise, ?bilgi güçtür? (knowledge is power), Bu nedenle, bilgi sahibi olmak güç sahibi olmaktır.

Kendi medeniyet havzamızda ve kültür dünyamızda da bilgi daima önemsenmiştir. Kur'anın ilk inen ayeti ve ilk emri ?Oku? (Alak, 1) şeklindedir. Yine, ?Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? (Zümer, 9). ?Deki: Rabbim ilmimi artır? (Taha, 114). ?İlim öğrenmek kadın erkek her Müslüman'a farzdır? (Hadis). ?İlim Çin'de bile olsa gidip onu alınız? (Hadis). ?Ya öğreten ya öğrenen ya dinleyen ya da ilmi seven ol. Başkası olma helak olursun? (Hadis). ?Bana bir harf öğretenin kölesi olurum? (Hz. Ali). Tüm bu ayet, hadis ve sözler içinde bulunduğumuz medeniyet havzasının ilme, bilgiye ve öğrenmeye verdiği anlam ve önemi belirtir.

Uygurların son zamanlarına ait bir mecmuada ise bilginin değeri şöyle anlatılır (Y. Akyüz, Türk Eğitim Tarihi).

Bilgi bilin ey beyim Bilgili insan beline

Bilgi sana eş olur Taş kuşansa kaş olur

Bilgi bilen insana Bilgisizin yanına

Bir gün devlet yar olur Altın konsa taş olur.

Dünyada bin yıl boyunca insan adına, eşya adına, bilim, sanat, kültür ve medeniyet adına, anlam ve değer adına ne söylenmişse bizler tarafından söylendiği bir gelenekten geliyoruz. Bu gelenekte, ilim elde etmek için günlerce deve sırtında yol giden, yıkılan kitapların altında can veren, kitap okurken uyumamak için saçını duvara bağlayan âlimler, bilginler var. Kuşattığı şehre karşılık fidye olarak el yazması kitapları isteyen yönetici ve komutanlar var... Oysa bugün durum pek de iç açıcı gözükmemektedir.

Elbette ki karamsar tablolar çizmemek lazım, hatta ümitvar olmak için azımsanamayacak kadar nedenimiz var. Fakat bunun yanı sıra, bunca imkana rağmen hala ne Farabi ve İbni Sina'yı aşan bir düşünürümüz, ne Mevlana, H. Bektaş-ı Veli ve Y. Emre'yi aşan bir gönül adamımız, ne de Dede Efendi ve Itri'yi aşan bir müzik adamımız var. Biruni ve Harezmi'yi aşan bir matematikçimiz, Mimar Sinan'ı aşan bir mimarımız, Evliya Çelebi'yi aşan bir seyyahımız, Nasrettin Hocayı aşan bir nüktedanımız, Satı Bey, Emrullah Efendi, M. Akif ve Ziya Gökalp'ı aşan bir eğitimcimiz olmadığı gibi? Bu hususta çok temel bir sorunla karşı karşıya olduğumuz çok açıktır. Elbette ki kendi alanlarında çok başarılı olmuş, bu topraklara değer adına çok şeyler katmış insanlarımızı bu eleştirinin dışında tutmak lazımdır.

Toplum olarak yazılı bir gelenekten ziyade sözlü bir geleneğe sahibiz. Konuşmayı, tartışmayı, sohbeti ve şiiri; düşünmeye, okumaya ve yazmaya tercih ediyoruz. Amerika'da büyük üniversitelerin bahçesini süsleyen, ünlü heykeltıraş Rodin'in ?düşünen adam? heykeli biz de bir akıl hastanesinin bahçesini süslüyor. Bu, düşünmekle delilik arasında ilişki olduğunu ima etmek değil de nedir? Deli olmak korkusuyla okuma ve düşünme melekemizi, başımıza iş açma korkusuyla merak duygumuzu ve öğrenme isteğimizi körelten bir toplumsal kültüre sahibiz. Bu kültür, bir deliye kırk gün akıllı diyerek akıllı olmasını değil, bir akıllıya kırk gün deli diyerek deli olmasını sağlamanın yolunu gösteriyor. Üniversitede çok çalışanlarımıza ?inek' diyor, entelektüel bir çaba ve merak içinde olanlarımıza ?entel' ön adlı sıfatlar yakıştırarak alay konusu ediyoruz. Açıktır ki, bu gibi bir toplumsal formasyonda öğrenme isteği, merak duygusu, okuma alışkanlığı, ilim sevgisi ve analitik düşünme gibi melekelerin gelişmesi oldukça zor olacaktır. Elbette ki süreç içinde toplum olarak bunları aşacağız. Ancak zor olacağı da açıktır. Diğer yazımızda okullarımızda etkin bir bilgi yönetimi için neler yapabileceğimizi tartışacağız.

İ[email protected]

ER10

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber