Kanunların rektörlere verdiği yetkiler, bir çok krala nasip olmamıştır

Kaynak : Memurlar.Net
Haber Giriş : 13 Ağustos 2007 18:10, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42
Kalkınma ve gelişmenin temel dinamiği olan üniversiteler, eğitim ve öğretimin yanında bilgi üretim mekânlarıdır. Bu bağlamda üniversitelerin bilimsel seviyesi, ürettikleri ?kullanılabilir bilgi?ye bakılarak pratik olarak ölçülebilir.

Üniversitelerin dünya bilimine sağladığı katkı açısından, bakılan pencereye göre farklı sonuçlara erişilebilir. Kimileri, üretkenliğine dikkat çekerek, son yıllarda saygın dergilerde yayınlanan bilimsel makale sayısındaki artışla birlikte, ülkemizin dünya sıralamasında 20. sıralara çıktığını vurgularlar. Akademisyenler için atama ve yükseltilmelerde belirli sayıda yayın zorunluluğu -özellikle de ticari amaç taşıyan dergilerde yoğunlaşma üzere- ülkemizde üretilen bilimsel makale sayısında gerçekten bir artışa neden olmuştur. Ancak... Önemli olan -kalitenin de bir kıstası olarak- bu makalelerin dünya ölçeğinde ne kadar ciddiye alındığıdır. Bu bağlamda, bilimsel makale sayısında linear artışa karşılık, son yıllarda makale başına alınan ?atıf sayısı?ndaki dramatik düşüşün açıklanabilir bir nedeni olmalı... (1993-2003 periyodunda iki yıllık aralıklarla; 7.7, 6.3, 4.9, 3.5, 1.9 ve 0.2)

Üniversitelerdeki demokratik ortam açısından, Sezer'in cumhurbaşkanlığa atanması bir dönüm noktasıdır. Ne yazık ki bu tarihten sonra Çankaya'nın rektör tercihlerindeki ilginç tavrı, birçok üniversitenin politik bir bataklığa sürüklenmesinde birincil faktördür. Bu arada, malum bir ideolojinin esas duruşunu göstermeksizin, son yedi yıl içinde rektör olarak atanmayı başarabilen iki-üç kişiyi de ayrıca kutlamak gerekir! Kurumsallaşmanın yok edildiği, atama ve yükseltilmelerde adam kayırmacılığın kol gezdiği ve hemen her konuda politik dürtülerin mutlak hâkimiyeti altındaki bir ortamda, üretilen bilgilerin kalitesini sorgulamak çok da anlamlı değil...

REKTÖRÜN YETKİLERİ

Mevcut kanunların rektörlere verdiği yetkiler, çok açıkçası tarihte birçok krala nasip olmamıştır. Hiç de abartı değil, bugün bazı rektörlerin ?yarı Tanrı? olarak kabul gördüğü bilim yuvalarımızın varlığı, çok hazin bir gerçek olarak karşımızda durmakta... Nihayet, onlar kanundan aldıkları -hatta almadıkları- yetkileri kullanmakta özgürdürler. Fakülte dekanlarını, yüksek okul ve enstitü müdürlerini onlar belirlerler. Senato ve yönetim kurulu üyelerinin tamamı, varlıklarını ona borçludurlar. Dekanlarının belirlediği bölüm başkanları aracılığıyla, en ücra köşelerde onların gözleri vardır. Nasıl bir devasa yetkidir ki bu, akademisyenlerin tüm özlük hakları, rektörün iki dudağı arasındadır. O, her şeyi bilen ve her şeye karar veren yüce bir varlıktır! Tüm kriterleri yerine getirmiş olsa bile bir üst kadroya atanması gereken akademisyen, eğer rektöre biat etme konusunda bir kusur işlemişse, asla özlük hakkına kavuşamaz. Zira kurum içinde ilan edilecek tüm kadroların tek seçicisi rektördür ve bu konudaki şahsi tasarrufları nedeniyle yasal olarak denetlenemezler.

Demokratik üniversite özlemi açısından, yöneticilerin seçimle işbaşına gelmesi kulağa bir hoş geliyor. Ancak, seçim olgusunun üniversitelerdeki akademik özgürlük ve bilimsel seviye ile doğrudan bir ilgisi olduğunu söylemek de mümkün değil. Dünyada bilimsel seviye ve üretkenlik açısından ilk sıraları paylaşan üniversitelerde rektörlerin atanmasında, mütevelli heyeti, kısmi seçim ya da doğrudan doğruya siyasi iradenin rol oynadığı bilinmekte. Bu nedenledir ki, üniversitelerde bilimsel ortamın sağlanmasında, yöneticilerin atanma şeklinden ziyade, sahip oldukları evrensel yönetim anlayışlarının tutarlılığı önem taşımakta Bilimsel açıdan saygın üniversitelerde yöneticilerin, kurum içinde kendi politik görüşlerini kısmen de olsa ön planda tutması asla mümkün olamaz.

Kurumsallaşma konusunda zaten problemli olan üniversitelerimizde, rektör atama sürecine -sonucuna pek de riayet edilmeyen- seçimlerin dahil edilmesi, maalesef akademisyenler arasında derin bir çatışma kültürü yaratmıştır. Zira, öğretim üyeleri kimi rektörler açısından ?bilimsel liyakat?ten ziyade, potansiyel bir seçmen olarak önem taşırlar. Rektörün üniversite içinde hükümranlığını pekiştirmesinin en kestirme yolu, ?ideolojik dayanışma? ile sağlanan bir kadrolaşmadan geçer. Üniversitelerdeki atama ve yükseltilmelerde tüm inisiyatif rektördedir. Bu gün birçok üniversitede -sırf rektörün canı öyle istiyor diye- özlük hakları gasp edilen yüzlerce akademisyenin varlığı inkâr edilemez. Kamplaşma, hizipçilik ve politik duruşların şekillendirdiği kurumlarda, yönetim kadrosunda yer almanın tek yolu sarsılmaz bir taassup içinde amire bağlılıktan geçer.

DEMOKRATİK ÜNİVERSİTE HAYALİ

Şimdi, anayasa taslağı konusunda kalem oynatan Prof. Dr. Zafer Üskül ve Prof. Dr. Ergün Özbudun'a öncelikle sormak gerekir; rektörlerin mevcut yetkilerini sınırlamaksızın, üniversitelerde demokratikleşme ve akademik özgürlük nasıl sağlanacak? Gerçekten de demokratik bir üniversite hayal ediliyorsa, öncelikle atılması gereken adım, rektörlerin devasa yetkilerini ortadan kaldırmaktır. Bunun için de anayasa değişikliği gibi derin çalışmalara ihtiyaç yoktur. Üniversite, YÖK ve Cumhurbaşkanlığı üçgeninde üç elekli seçim ortamında dahi, akademik dünya bu denli kutuplaşmaya itilmişken, günah keçisi YÖK'ün kaldırılarak rektör atamalarındaki inisiyatifin yalın olarak üniversitelere bırakılması, rektörlerin mevcut konumlarının daha da güçlendirilmesi anlamı taşır. Bu durum, kimi üniversitelerde politik çürümüşlüğün biraz daha şiddetlendirilmesinden başka bir işe yaramayacaktır.

Onlarca derebeyliğinin bağımsız krallıklara dönüştürülmesiyle, üniversite reformuna katkı yapılacağı umuluyorsa, bu durum post modern bir aldatmacadan öteye gidemez.

*19 Mayıs Üniversitesi Öğretim Üyesi
DOÇ. DR. İBRAHİM AYDIN (*)

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber